; Makaleler • Uzman Pedagog Zeynep Şimşek Karataş - Page 6

Okul eksiklerini tamamladınız, ama çocuğunuz gerçekten hazır mı?

Okul, çocuklarımızın aileden bağımsız olarak hareket ettiği ilk sosyal alandır. Çocuğun anaokulu geçmişi olması ilköğretime alışma sürecini oldukça olumlu etkilemesine rağmen, ilköğretim; daha planlı, programlı ve bireysel davranışlarının keskin bir şekilde sınırlandığı ilk adımdır. Bu nedenle çocuk okulda disipline olmakta zorlanır, sıkılır ve kaygısı artar.

Ayrıca, çocuğun okula alışma süreci anneyle çocuk arasındaki ilişkiyle yakından bağlantılıdır. İlişki ne kadar sağlıklı kurulduysa, çocuğun okula alışması da o kadar kolay olacaktır. Aslında çocuk ve anne arasındaki ilişki, bilinenin aksine çocuğun anneye değil, annenin çocuğuna olan bağımlılığından kaynaklanır. Anne ne kadar bağımlıysa kaygısı o derece güçlü olur ve bu da çocuğun kaygısını oldukça besler. Bu durum çocuğun okula alışma süresinin olumsuz etkilenmesini tetikler. Normal bir süreçte okula alışma süresi  7 ila 15 gün arasındadır.

Öyleyse çocuğun okula hazır olduğunu nasıl anlarız?

Çocuğun okula hazır olması, aşağıda birer maddeyle örneklemeye çalıştığım gelişim alanları açısından hazır olması demektir; bunlar; fiziksel, bilişsel, psiko-motor, sosyal ve duygusal gelişim alanlarıdır.

Çocuğun;

  • Kalem tutarak temel bazı çizimleri yapabilecek kadar ince motor becerisinin gelişmiş olması,
  • Tuvalet eğitimini tamamlamış ve kişisel temizliğini yapabiliyor olması,
  • Bağımsız olarak da hareket etmeye meyilli olması,
  • Kendini basit bir dille tanıtabilmesi ve sosyal ilişkiler kurmaya hevesli olması,
  • Kişisel eşyalarını tanıyabilmesi ve onların sorumluluğunu alabilmesi,
  • Kendi duygularını tanımaya, başkalarının duygularını anlamaya çalışıyor olması gerekmektedir.

Peki çocuğunuzu okula nasıl hazırlamalısınız?

Okul sürecinin nasıl işlediğini anlayabileceği ve kaygılanmayacağı şekilde anlatmak en önemli adımdır. Anlatırken kullandığınız kelimelerin ne gibi mesajlar ilettiğini bilerek ifade etmek gerekiyor. Örneğin; “Öğretmenin sana kötü davranmayacak, korkma” cümlesinde çocuğun algıladığı “Öğretmenin sana kötü davranabilir, kork!” mesajıdır. Böyle konuşmak yerine, “Bizim yerimize ordaki öğretmenler seninle ilgilenecek, sorularını veya ihtiyaçlarını onlara söyleyebilirsin” diyebilirsiniz.

Veya “Ödevin olacak ama çok şey öğreneceksin” demek yerine  “Öğretmenin sana harika şeyler öğretecek, okulda arkadaşlarınla yeni bir sürü oyun keşfedeceksin” denebilir. Çünkü bahsettiğim ilk cümlede, çocuk sadece ödev yapacağını ve oyun oymaya hiç vakti olmayacağını düşünecektir.

Aynı zamanda çocuğunuzun güzel hayaller kurmasını destekleyecek keyifli okul deneyimlerinizi onunla paylaşabilirsiniz.

Yaz tatili dönemlerini ise iyi değerlendirme büyük önem taşımaktadır. Örneğin, gelişim alanlarında eksiklikler varsa mutlaka geliştirmesi için destekleyici aksiyonlar alınmalıdır. Ayrıca;

  • Okulun açılmasında en az 1 hafta önce uyku düzenini sağlayın.
  • Okul alışverişini birlikte yapın.
  • Okul araç-gereçlerinin kullanımı ve korunması hakkında bilgiler verin.
  • Okula ilk başladığı günler kendini güvende hissetmesi açısından, çantasına iyi hissetmesini sağlayacak bir resim, bir not veya sevdiği herhangi bir nesneyi koyabilirsiniz.
  • İlk günler okula onunla gidebilir, sırasına yerleşmesine yardımcı olabilirsiniz.

Bu fiziksel ve psikolojik tüm bu hazırlıklara rağmen, 1 ay sonunda çocuğunuz okula hala alışamadıysa, karnım ağrıyor, hastayım gibi bahaneler üretiyorsa kaygısı fobiye dönüşmüştür diyebiliriz. Fobinin yukarıda bahsettiğim anneyle olan bağımlı ilişkisi dışında başka nedenleri de olabilir; okul arkadaşlarıyla olan ilişkileri iyi değildir veya arkadaşları tarafından bir çeşit zorbalığa maruz kalmış olabilir, derslerdeki başarısızlığı kaygısını ilerletmiş olabilir ya da öğretmenin herhangi bir tutumundan etkilenmiş olabilir. Ayrıca ebeveynlerin çocuğa karşı davranışları çok farklı ve tutarsızsa da alışma süreci yine etkilenecektir.

Konu fobi noktasına geldiğinde ise iyileşme süreci için hızlı adımlar atılmalıdır; öncelikle çocuğun kaygısı sabırla dinlenmelidir, kendiliğinden ifade edemiyorsa, konuşması için teşvik edilmelidir. Baskıcı tutumlardan kesinlikle kaçınılmalıdır, çünkü tüm eğitim hayatına  sosyal ve duygusal olarak yansıyabilir. Tüm müdahalelerinize rağmen değişme olmuyorsa, fobisi kronikleşmeden bir pedagogdan mutlaka yardım alınmalıdır.

Doğru Zamanda Doğru Oyuncak Seçimi

Bir beyefendi yeğenine doğum günü hediyesi olarak oyuncak almak için benden yardım istedi. Aslında hediye seçimini gerçeğine birebir benzeyen bir oyuncak tablet almaktan yana kullanmak istiyordu. Böyle bir hediyenin henüz 2,5 yaşındaki bir çocuğun psikomotor gelişimi ve ruhsal gelişimine katkı sağlamayacağını aksine  ne kadar zorlayabileceğini ifade ettim. Beyefendinin amacı  güzel, kaliteli  ve popüler bir oyuncak almaktı. Ancak bu seçimle asıl amacına ulaşmış olmayacaktı, zira ince motor gelişimini henüz tamamlamamış bu çocuk o küçük tuşlara basarken zorlanacaktı ve üstelik kendinin aktif olmadığı bir oyuncak olduğu için hiç bir zihinsel aktivite geliştiremeyecekti. Bu durumu kendisine aktardım ve yeğeninin yaşına uygun bir hediyeyi birlikte seçtik. Yaşadığım bu hikaye ve benzer birçok örnek oyuncak seçiminin çocuk gelişiminde ne kadar önemli olduğunu insanlarla da paylaşmam gerektiğini hatırlattı.

Oyun, çocuğun  kendini özgürce ifade ettiği iletişimin başlangıcı ve konuşma sürecinden de önce başlayan bir aktivitedir. Çocuğun ilk oyuncağı bedenidir, ilk önce ellerini hareket ettirerek takip eder ve ardından ayaklarını tutarak bir devinim içinde oyunu başlatmış olur.

İlerleyen süreçte ise hem ruhsal, hem fiziksel gelişimine yardım edecek değişik renkte ve dokuda sesli hareketli oyuncaklarla oynayarak çeşitli uyaranlarla buluşarak gelişim sürecine katkı sağlayacaktır.

Oyuncak Seçiminde KALİTE Anlayışı 
Oyuncak  konusunda bir diğer önemli  nokta ise, oyuncağın  hangi  malzemeden  yapılmış  olduğudur. Son  zamanlarda,  ülkemize uzak doğu ülkelerinden sağlıksız boya ve ham maddeden  üretilen oyuncaklar ithal edilmektedir. Ebeveynler,  ucuza mal edebilmek için çocuklarına bu türden oyuncakları almaya yönelmişlerdir. Ancak; bebeklik, yani oral dönemde çocuklar bu oyuncakları ağızlarıyla keşfetmeye çalışırken, vücutlarına sağlıksız maddeleri de almış olurlar. Bu da çocukların gelişimini olumsuz etkileyerek ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Ebeveynlere önerim, oyuncak  seçimi yaparken  nerede  üretildiğine  marka  ve  lisansına  dikkat  etmeleridir. Ayrıca ahşap oyuncakları, sağlıklı ve sağlam plastikleri, çok rengi içinde barındırmayan oyuncakları tercih etmeleri çocukları için daha doğru bir seçim olacaktır.

Gelişim Sürecinde Oyuncak Seçimi Nasıl Olmalıdır?

0-2 Ay

Yukarıda da belirttiğim gibi beden hareketleri çocuğun ilk oyuncağıdır. Onunda öncesinde ilk aylarda, görsel ve işitsel olarak  doyum sağlayacağı hafif seste, hareket eden oyuncakların yatağın üst kısmına asılmasıyla ilk doğru oyuncak seçimini yapılmış olur.

2-6 Ay 

Oldukça büyük parçalı, parlak, sesli ve yumuşak dokulu oyuncaklar seçilebilir. Ağzına alacağı için oyuncağın zararlı boya içeren ya da sert cisimlerden oluşmamasına dikkat edilmelidir. 6. aydan itibaren çocuk için nesne sürekliliği başlamıştır. Bir nesneyi gözünün önünden çektiğinizde onu arama eğilimlerine başlar. Bu tarz oyunlar oynayarak zihin gelişimine katkı sağlayabilirsiniz.

7-12 Ay

7 aylık  bebek emekleme için harekete geçmiştir. Peşinden gidebileceği oyuncaklar emekleme sürecini pekiştirecektir. Ayna karşısında kendini izlemesini sağlayabilirsiniz. Döngüsel tepkiler (ses çıkardığını fark ettiği bir hareketi durmadan tekrar etme eğilimi) gösterir. Sesli, iç içe geçen, şekil kovası vb. gibi oyuncaklar uygundur. Bu dönemde bez oyuncaklarla basit hikayeler anlatarak uykuya geçişini de kolaylaştırabilirsiniz.

1-2 Yaş

Konuşan, hayvan sesleri çıkaran oyuncaklar ya da kitaplar, 3 parçalı ahşap tak-çıkar oyuncaklar. Farklı boydaki küpler, müzik aletleri (zil, marakas) araba, bebek, hayvan figürleri, oyuncak telefon ve boncuklu helezonlar uygun olacaktır. Ancak ağzına alamayacağı büyük parçalı oyuncaklar seçilmelidir.

3-5 Yaş

Bu yaş grubunun oyuncak çeşitliliği artmıştır ve  oyuncakların üzerindeki etiketler 3+ olarak simgelenmiştir. Bu dönemde oyuncakların boyutları küçülmeye başlar. İnce motoru da destekleyecek nitelikte kalem tutma, ipe boncuk dizme, daha küçük halkaları sıraya dizme, eşleme, hikaye kitapları, puzzle, ahşap tak-çıkar tarzı oyuncaklar, lego, oyun hamurları, eğitici kartlar, tamir takımları vb. gibi seçimler uygun olacaktır.

Yukarıda kısaca belli dönemlerde  alınabilecek oyuncaklardan bahsettim. Toplumun ve oyuncak sektörünün dayatmalarından sıyrılarak çocuğunuzun ve çevrenizdeki çocukların, oyun yoluyla sağlayacağı gelişim sürecini doğru ve kaliteli oyuncak seçimiyle tamamlamasına yardım edin.

En yeni, en popüler oyuncak en iyisi demek değildir.

 

Çağımızın Yeni Bağımlılığı: İnternet ve Medya

Teknoloji gelişimin göstergesidir. Hayatımızı oldukça kolaylaştıran, teknolojinin bir parçası olan medya ve internetin son 10 yıldır amacının dışında kullanılmasıyla birlikte özellikle çocuklarımızın yaşam kalitesi düşmüştür. Birçok kesimi rahatsız edebilecek bir ifade kullandığımın farkındayım ama nasıl olur da kaliteyi düşürebiliyor yazımın ilerleyen aşamalarında buna birlikte bakacağız.

Aslında internet bir nevi araştırma merkezi, medya ise bilgi denizi gibi diyebiliriz… Çünkü öğretmenler ders notlarını, ödevlerini online platformlardan paylaşıyor. Çocuklarımız ödev araştırmalarını internet üzerinden yapıyor, ders notlarını okuyorlar, hatta sınav sonuçları bu sistemler üzerinden takip ediyorlar. Bu bağlamda bir anda birçok bilgiye kolaylıkla ulaşılmasını ve verimli çalışılmasını sağlıyor.

Öyleyse bilgisayar ve internet amacının dışında nasıl kullanılabiliyor?

Çocuklar merak ettikleri, ailelerine soramadıkları her şeyi internetten öğrenmeye çalışıyorlar. Bazı siteler sanki sadece bu amaç için kurulmuş. Örneğin,  “bana sor” ismi verilmiş bir sistem düşünün; çocuk oraya merak ettiği bir şeyi yazıyor ve cevabını alıyor, belki öğrenmesi için uygun bir zaman değil ve yöntem de doğru değil ama öğrenmiş oluyor.

Başka bir örnek ise tartışma forumları, bu tip forumlarda siyasi içerikli birçok grup olabiliyor. Ailenizin yaşam tarzına ve inancına tamamen ters gruplar veya aynı görüşteki gruplar olması çok fark etmez. Ama çocuğunuz çok erken yaşlarda, henüz bazı şeylerin bilincine varmamışken bu tarz düşünceleri kendi düşüncesiymiş gibi savunuyor. Çünkü o ortamda söz hakkı var, ifade özgürlüğü var ve çocuğunuz kendisini oraya ve o insanlara ait hissediyor.

Her yaştaki çocuklar için bir diğer bağımlılık ise “oyunlar”, oyunların büyük bir kısmı eğitici değil ve çocuğu saldırganlığa, şiddete teşvik eden nitelikteler.

Tüm bu etkilere bunlara maruz kalan bir çocuğun gelişiminin sağlıklı bir şekilde tamamlamasını bekleyemeyiz. Hatta mutsuz, doyumsuz ve saldırgan bir çocuğa sahip oluruz.

Peki görsel medyanın görevi nedir?

Eğitmek, keyifli vakit geçirtmek ve bazen dinlendirmektir.  Ülkemizde her ailenin evinde internet yok ama her evde mutlaka bir televizyon var. Çocuklar kendileri için hazırlanmış programları ve çizgi filmleri izlemenin dışında çoğu zamanda ebeveynlerin seçtiği programları izleyemeye maruz bırakılırlar. Ama bu durum oldukça risklidir, çünkü her yaştaki çocuğun izlemesi gereken programlar farklıdır. Çocukların özellikle 3 yaşından önce televizyon izlemeleri kesinlikle uygun değildir. 3 yaşından sonrada televizyon karşısında geçirecekleri süre yaşlarıyla paralel olmalıdır. 5 yaşındaki bir çocuk 30 dakika televizyon izleyebilir, ancak bu süre dahi belli aralıklarla olmalıdır. Çünkü 30 dakika boyunca televizyon izlerse, izlediğini şey çocuğun algısının dışında kalır. Yani 5 yaşında bir çocuğun 30 dakika içerisinde ekranda gördüğü şeyler; renkler, şekiller, görseller onun dikkatini dağıtır. Aynı şey bilgisayar/internet başında da geçerlidir. Çocuğun zaten maksimum dikkatini toplama süresi 30 dakika iken, tüm dikkatini ekranda harcamıştır ve artık derse, ödeve odaklanamaz. Yetişkinler zihinlerini dağıtmak için televizyon izlerler ve bu işe yarar. Ancak çocukların dikkatlerini toplamaya ihtiyaçları vardır ve bu yetilerini televizyon ve bilgisayar başında kaybetmemeleri gerekir. “Bu çocuk niye dersin başına yarım saat oturamıyor ama bilgisayar başından saatlerce kalkmıyor?” sorusunun cevabı buradadır. Kısacası çocukların televizyon ve bilgisayar başında geçirecekleri süreleri çok iyi planlamak gerekir.

Son zamanlarda görsel medyada dikkati çeken bir diğer konu ise subliminal mesaj içeren çizgi filmlerdir; subliminal mesaj, başka bir objenin içine gizlenmiş, ancak bilinçaltımız tarafından anlaşılan mesajlardır. Özellikle Hollywood ürünü çizgi filmlerde çocuklara direkt olarak veremeyecekleri mesajları çizgi film yoluyla vermeye çalışmaktadırlar. Bu mesajlar toplumumuzun yaşam tarzına, değerlerine ve inançlarına ters niteliktedir.

Peki birçok ebeveynin zihnini yoran “Her şeyi onun mutluluğu için yapmaya çalışırken, bu çocuk ne zaman böyle oldu?” sorusunu kendimize sormamak için temel olarak nelere dikkat etmeliyiz;

  • Öncelikle ebeveynler olarak özgüveni gelişmiş, mutlu çocuklar yetiştirmek amaçlanmalıdır,
  • Anne ve babanın davranışları hem kendi içinde, hem de birbirlerine karşı tutarlı olmalıdır,
  • Çocuğun farklı ilgi alanlarına ve hobilere yönlendirilmesi sağlanmalıdır,
  • Çocuklarla daha çok ve daha kaliteli zaman geçirilmelidir,
  • Aile içi iletişim rahatlatılmalı ve arttırılmalıdır,
  • Televizyon, bilgisayar ve internet kullanımında kesinlikle bir süre sınırlaması olmalıdır,
  • İzleyeceği programlar sizin tarafınızdan gözden geçirildikten sonra izlemesini sağlanmalıdır,
  • Bilgisayar ve interneti bir amaca yönelik kullanılması sağlanmalıdır,
  • İnternet kullanımında mutlaka çocuk kilidi olmalı, çocukların her siteye girmesi engellenmelidir,
  • Ebeveynler, televizyon ve bilgisayar kullanım kurallarını çocukları ile karşılıklı konuşarak, anlaşarak yapılmasını sağlamalıdır.

 

Reytingin Kurbanı Çocuklar

Son zamanlarda dikkatimi çeken  hedef kitlesi çocuklar olan televizyon programlarına ve sonrasındaki çocuk ve toplum açısından gelişen süreçlerine değinmek istiyorum.

Bu televizyon programları 3 ila 6 yaş çocuklarına sorular sorularak bir moderatör eşliğinde yürütülen  bir program tarzı. Programda çocuklara sorulan soruların cevapları sevimli çocuk davranışlarıyla da birleşince ortaya keyifli bir program çıkıyor. Tabi bu eğlence,  program bittikten sonra bitmiyor. Yarışmada bazı özelliklerinden dolayı öne çıkan çocuklar oluyor. Bu çocuklar sosyal medyada yine farklı eğlence malzemesi olmaya devam ediyorlar.

Yakın zamanlarda devletin de olumsuz bir örnek oluşturduğu için el koyduğu bir çocuk var. Adı Efe, hatta kısa sürede “Çitos” diye lakap takılmış. Bu çocuk program görüntüleri dışında farklı eğlence, dans, konuşma gibi videolara sahip. Böyle olunca  tamamen halka arz olan ünlü bir çocuk olmuş.  Videoların altında değişik yorumlar, eleştiriler, beğeniler yazılmış. Sürekli yemek yemeğe isteğiyle ilgili konuşma tarzı ve kilosuyla alakalı Capsler hazırlanıyor.

Bu ve bunun gibi halka arz olmuş çocuklar eleştiri, fazla ilgi, herkesin kendini tanıyor olması duygusu gibi duygularla baş edememeye başlıyor. Ve bazı problemlere açık hale geliyorlar.

Gelelim bu durumlara maruz kalan çocukların yaşadığı psikolojik sürece,

Bu çocuklar kendilerini bir oyunun içinde sanıyorlar, onlar sadece eğleniyorlar. Ve daha çok sevgi görebilmek için en sevimli hallerini sergiliyorlar. Mantıkları oldukça masum. Ama yaşadıkları şeyler sandıkları kadar masum değil. Bu durumdan süreç içinde yavaş yavaş olumsuz etkilenmeye başlıyorlar.

Bakalım çocukların gelişimleri bu durumdan nasıl etkileniyor?

Duygusal anlamda, tüm eleştiriye açık olan çocuklar sevgi kavramını anlamakta zorlanacaklardır .Alay etmek bir sevgi göstergesi mi, Neden benimle alay ediyorlar? Bana gülüyorlar, beni seviyorlar. Benimle ilgililer en çok sevdikleri çocuk benim.burayı cok toparlayamadım.

İlgi azaldıktan sonra ise özgüven eksikliği, başarısızlık duygusu, kabul görmediği duygusuyla karşı karşıya kalıyor.

Davranışsal anlamda ise, otorite tamamen çocuğun elindedir. Ailenin bu çocuğa bir şey öğretme ihtimali giderek düşer. Güç ondadır. Lider o’dur. Örneğin, uyku saatini, yemek alışkanlıkları, okul eğitimi hepsi kendi elindedir. Çocukta hiçbir sınır yok. Bu yaşta karar verme yetisini hazlar yönettiği için karşımıza problem davranışlar sergileyen bir çocuk olarak çıkacaktır.

Sosyal alanda ise, sürekli yetişkinlerle kendi istekleri doğrultusunda bir ilişki yürüten çocuk, sosyal alanda iletişim sorunu yaşayacaktır. Arkadaş edinemeyecektir. Zira akranları kendi istediği gibi davranmayacaktır. Empati becerisi gelişmeyecektir. Benlik ve mülkiyetin hakim olduğu bir karakter yapısı yerleşecektir.

Dil gelişimi alanında ise  çocuğun konuşması şiveli şekliyle pekiştirildiği için, diksiyonu düzelmeyecektir. Alay konusu olmaya devam edecektir.

Peki aileler sadece eğlence gibi görünen bu çocuğun gelişimini etkileyecek olan popülariteye nasıl zemin hazırlıyor?

Çocukları üzerinden maddi kazanç elde etmeleri, en tatlı çocuk kendilerininmiş olduğu imajı herkesle paylaşma isteği, çocuk üzerinden maddi, manevi, toplumsal bir prim elde etme isteği sağlıklı bir ebeveyn tutumu değildir. Bireysel hırs ve egoyu çocuk üzerinden tamamlamak kabul edilemez. Sağlıklı ebeveyn, çocuğunun tüm gelişim alanlarını sağlıkla dış faktörlerden koruyarak tamamlamasını sağlamaktır. Gelişimlerine katkı sağlayacak aktivitelerde bulunması için teşvik etmemilerdir. Akranlarıyla sosyalleşsinler, oyun oynasınlar, okula gitsinler…

Tüm bu olanlardan herkesin bir payı var diyerek topluma önerim, bu çocuklara gülmek onları daha çok görünmesine katkı sağlamak  sevgi gösterisi değildir. Birkaç ay eğlence ve reyting uğruna çocuklarımızın gelişimini kalıcı bir hasarla zedelememeliyiz. Çünkü bu programlar basit birer eğlence programından ibaret değil. Konuda materyal çocuk ise, bu gibi durumlarda sağ duyu ile yaklaşmakta yarar var.

Vaatlerin Altında Ezilen Duygu Duygusu

Güven; koşulsuz olarak, kuşku duymadan inanmak, bağlanmak olarak tanımlanabilir. Güvenin ilk tohumları, çocukluk döneminde ebeveynlerle yani aile içerisinde atılır. Çocukluk çağında gelişen güvenin ileriki yaşlarda gelişen sosyal ilişkilerine transfer edildiği biliniyor. Gelişim psikolojisi ve psikanaliz alanlarında çalışmaları olan, özellikle insanların sosyal gelişim teorisi ile tanınan ve “Kimlik bunalımı” kavramını ilk kez kullanan Amerikan Psikolog Erik Erikson’un psikososyal gelişim modelinde de güven duygusu ilk basamaktır.

Peki ailelerin güven duygusunu zedeleyici en temel davranışları nelerdir ve dışarıdan masum gibi görülen bu vaatler çocuklarda ne tür etkilere neden oluyor?

Gerçek dışı vaatler bazen o an ki durumu kurtarmak adına yapılan bazen de elde olmayan nedenlerden ötürü yerine getiremediklerimiz olarak ikiye ayrılıyor. Nedeni ne olursa olsun bu tip karşılayamadığımız vaatlerle çocuklarımızın saf ve masum inanma duygularını ellerinden alıyoruz. Ancak aile çocuğunun neden böyle olduğunu ya hiç anlamıyor ya da anladığında iş işten geçmiş oluyor. Örneğin; “Yemeğini yersen seni parka götüreceğim”, “Şimdi uyursan, uyanınca sana sürprizim var” vb. gibi vaatleri kullanarak çocuğumuza yaptırmak istediğimiz şeyler için süslü yalanları kullanıyoruz. Çocuk yemeği yiyip bir hevesle kapıya fırlıyor ama anne-babası parka götürmeyeceğini söylüyor ya da uyandığında sürprizi arıyor, olmadığını görüyor. İşte bu gibi anlar yüzünden anne- babasını algılama şekli değişmeye başlıyor. O zaman kadar sakin olan çocuk hırçınlaşıyor, kızgınlık duygusuyla hareket ediyor. İlerleyen zamanlarda çocukta güven duygusu yalan söyleme davranışıyla kodlanıyor. Ergenlik döneminde arkadaşlarına, öğretmenlerine ve ailesine yalan söylemeye başlıyor. Yetişkinlik döneminde müdürüne, iş arkadaşına, eşine durumu idare etmek adına yalanlar söyleyebiliyor. Bir şekilde yalanlarının çocuk üzerindeki etkilerine şahit olan ebeveynler ise; “Çocuğum için yaptım, hatırlamaz, unutur sandım”, “O biraz daha fazla yesin gelişsin, ödevini yapsın, başarılı olsun diye vaatlerde bulundum, o esnada imkânlar da uygun olmadığından ya çok sonra ya da hiç yerine getiremedim” gibi cümlelerle kendilerini savunuyorlar.

Lütfen kelimelerinizin gücünü farkında olun ve çocuk yetiştirmedeki etkisini asla göz ardı etmeyin!

Gerçek Bir Vaka Paylaşımı

Danışan  14 aylık iken  babasını kaybetmiştir. Babasının ani ölümünden sonra 1 hafta içinde yaşadığı semtten ve evinden de ayrılmak zorunda kalır. Takip eden haftalarda annesi bebeğinin davranışlarında ve alışkanlıklarında değişimler fark eder. Beslenmeyi reddetme, uyumayı reddetme, kullanabildiği sözcükleri kullanmama gibi…Tüm gelişim alanlarına etki eden bu değişimleri  profesyonel biri tarafından anlamlandırmak adına bir çocuk doktoruna ve çocuk psikiyatristine götürür. Yapılan değerlendirmelerden sonra bebeklik depresyonu tanısı alır. Bu sürecin ardından ayrıntılı bir gelişim değerlendirmesi, izlenmesi ve terapi süreci için benimle iletişime geçtiler.

Yaptığım değerlendirme ile, bebekte aşağıdaki kapsamda bir gelişim geriliği gözlemledim.

  • İfade edici dil sınırlı,
  • Zeka gelişimi iyi, ancak bilişsel beceri gerektiren bir çok beceriden kaçıyor,
  • Oyun kurmuyor, oyuncaklara ilgisiz, seslere tepki göstermiyor, sosyal beceri gerektiren etkileşimlerde bulunmuyor,
  • Ve duygu durum bozukluğu var.
  • Seans esnasında göz kontağı kurmuyor, her türlü iletişimi reddediyor.
  • Odadaki her objeyi alıp etrafa atıyor, ancak oynamıyor.
  • Aşırı hareketlilik, odaklanmama, dinlememe ve genel olarak bir reddetme davranışı söz konusu,

Annenin bebeğiyle ilgili gözlemleri ve ev ortamında yaşadığı sıkıntılar ise;

  • Uyku Bozukluğu (36 saatlik zaman diliminde aralıklı olarak toplamda 7-8 saat uykuda kalıyor.),
  • Anne dışında kimseyle iletişim kurmak istemiyor, zorlandığı taktirde kaçma, ağlama ve öfke nöbetleri geçiriyor,
  • Yeme bozukluğu var,
  • Uykuda ve uyanıkken aşırı öfke ve ağlama nöbetleri görülüyor,
  • Herhangi bir sebeple ağlamaya başladıktan sonra 1-2 saat sakinleşemiyor,
  • Anneden ayrılma anksiyetesi var (terkedilme duygusu).

Bu vakayla ilgili değerlendirmelerimi şu şekilde özetleyebilirim; Bebek şu an 26 aylıktır. Bebekteki tüm bu değişimler ve tepkisel davranışlar hayatındaki köklü değişimleri anlamlandıramadığı için görülüyor. Babanın ani olarak gidişi terkedilmeye gösterilen bir tepki, çünkü 26 aylık bu bebeğin ölümü algılama süreci, bir şeyin eksikliğini hissetmek şeklindedir. 1,5 yıl boyunca bebeğin babayla geçirdiği zaman dilimleri en az anne kadar uzun olduğundan bebek babayı birinci ebeveyn olarak görmüştür. Kısacası öz bakım becerileri ortak olarak karşılandığından, danışanın süreçten etkilenme şiddeti de bu yoğunlukla paralellik gösteriyor.

Ağırlıklı olarak beslenme esnasında babanın eşlik etmesi, şimdi yemek yemeği reddetmesine neden oluyor. Uyku bozukluğunun kaynağı ise annesinin de gideceği duygusuna sahip olmasındandır. Bu yüzden sürekli annenin kucağında olmayı istiyor.  Dikkat çeken bir başka husus ise, ortamda bir erkek varsa ve çok acıkmışsa, beslenme esnasında o kişinin de olmasını istiyor. Ya da ağlama nöbetlerinde bir erkeğin müdahale etmesiyle daha kolay sakinleşiyor.

Bu noktada terapi sürecinde yaptığımız uygulamalardan da bahsetmek istiyorum;

  • Oyun terapisi,
  • Yönlendirmelerim doğrultusunda annenin bebekle iletişim kurma çalışmaları,
  • Annenin oyun kurma konusunda eğitilmesi,
  • Bebeği sakinleştirecek olumlama cümlelerinin paylaşılması,
  • Seans esnasında serbest alan yaratmasını sağlamak,
  • Uyku ritüelleri planlamak,
  • Yemek yeme ritüelleri planlamak,
  • Anneden, bebeğin öfke nöbetleri sıklık, süresi ve durumuyla ilgili günlük notlar tutmasının istenmesi,
  • Her seans anneyle ayrıntılı görüşmeler yapılması, ev çalışmalarından çıkan sonuçlar ile seansların yeniden düzenlenmesi,

3 aylık  terapi seansları ardından sonuçlar ise şöyledir;

  • Seans esnasında öfke ve ağlama nöbetleri tamamen bitti,
  • İsteklerini elde etmedeki ısrarları azaldı, ve süresi kısaldı,
  • Farklı sesleri daha yoğun kullanmaya başladı,
  • Oyuncaklarla oynamaya başladı,
  • Göz teması arttı.
  • Seanslarımızda kendisi de oyun kurmaya başladı ve oyuna beni de dahil etmeye başladı,
  • Anneye bağımlılığı azaldı,
  • Terapi esnasında anneden değil, benden yardım istemeye başladı.

Terapi sürecinin 3 üncü ayında anne de gözlemlerini paylaştı;

  • 3 aylık seans sonrasında 24 saatlik zaman diliminde geceleri 10-11 saat uyuyor,
  • 3 ayın sonunda her gün 2 ana (bazen 3) öğün ve ara öğünde bazen meyve bazen yoğurt yemeye başladı,
  • Fiziksel gelişimi normale döndü, boy ve kilo gelişimi gayet iyi ve acıkma hissi başladı.
  • Bebek artık fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanma zamanlarında aşırı tepkisel yaklaşmıyor.

Tüm bu ilerlemeler sayesinde, bu sürecin bebeğin gelişimine olumsuz etkileri azalmıştır. Oyun park zamanları, deniz kampları, akranlarıyla buluşma zamanları gibi ruhsal rehabilitasyon ile keyif alacağı etkinlikler planlanmıştır; kendini ifade etme tarzı, işaret dili veya bazen de tek heceli sözcükler çıkarması ile kendini göstermeye başlamıştır. Öfke nöbetleri sonlanmış, ağlama ve kolay ikna edebileceği kişilere karşı inatlaşma şekline dönüşmüştür. Terapi anneninde yoğun çabalarıyla hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Danışanın takibi devam etmektedir.

 

Vicdan Nasıl Gelişir?

Vicdan doğuştan getirdiğimiz, yaşantılarımız ve çevre ile gelişen ya da gerileyen bir  mekanizmadır. Vicdan, insanın bütün duygu ve düşüncelerini, bu duygu ve düşüncelerdeki maksat ve niyetleri adım adım izleyen, hiçbirisini kaçırmayan, hatır, gönül, hoşgörü, merhamet, dostluk, iltimas vb. tanımadan yargılayıp sorumluluğu takdir eden her zaman uyanık bir hakimdir.

Çocukta vicdan mekanizmasının gelişmesi tahmin edildiği gibi aile ortamında şekillenir. Peki ailedeki hangi duygusal ihtiyacın karşılanması çocukta yaşamsal bir mekanizma olan vicdan duygusunu dengelemesinde fayda sağlar? Bunun cevabı tartışmasız olarak SEVGİ…

Aile sevgi, merhamet, güven duygusunu kazandırabilirse vicdanlı bir nesil yetiştirilebilir.

Sevgi bu noktada elzem bir duygudur. Çünkü, sevmek bir tutumdur ve aile bu tutumla çocuğa yaklaşmalıdır. Çocuk ailesin koşulsuz olarak yanında olduğunu bilmek ister. Yaramazlık yaptığında, ağladığında, başarısız olduğunda vs. bunu yaşayan çocuk koşulsuz bir sevginin içinde olduğunu bilir ve sevmeyi de öğrenir. J.Locke’ nin bir sözü vardır. ‘Çocuk boş bir levhaya benzer’ ne işlerseniz onu alırsınız.

Aile içi durumun ardından, çevre faktörüne baktığımızda halihazırda yaratılışta var olan vicdan duygusu, okul, arkadaş, toplum içindeki her türlü etkileşim bunu genişletebilir ve daraltabilir. Yine burada aileye düşen görev, çocuğun doğru zamanda, doğru etkileşimlerde bulunmasını sağlamak olacaktır. Eğer çocuk toplumdan dışlanırsa kendi vicdan mekanizmasını kendi yaratacaktır. Kabul gördüğü, ait olduğu gruplara dahil olmak isteyecektir.

Sevgi-Güven ve Vicdan Arasındaki Bağ

Toplumda acıma duygusu olmadığını gözlemlediğimiz insanları vicdansız olarak nitelendiririz. Bu insanlar empatiden de yoksundur. En çok acıyı kendilerinin çektiğine inanırlar. Çünkü sevmek-sevilmek kavramlarında eksiklikler vardır. Şöyle ki; Sevilen insan (sevildiğine inanan insan) güven duymayı da öğrenir. Güven duyan insan daha kolay sever. Sevgiyi bir koşula bağlamaz ve içselleştirir. Bunların tümü kişinin kendini sevmesiyle mümkündür. Sevebilen insan merhamet etmeyi de bilir. Merhamet eden kişi ise vicdanlıdır.

 

Yalan Söyleme

Davranış; organizmanın bir durum karşısında bilişsel, psikomotor ve duyuşsal alanda gösterdiği tepkidir.

Davranış problemi ise, organizmanın farklı durumlar karşısında sosyal yaşamını etkileyecek boyutta gösterdiği olumsuz davranışlardır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, bir davranışın problem olarak kabul edilebilmesi için sosyal yaşamını etkileyecek boyuta gelmiş olması gerekmektedir.

Çocuklarda en sık karşılaşılan davranış problemlerinden birisi yalan söylemektir. “Yalan” çeşitli nedenlere bağlı olarak doğrunun söylenmemesi veya saptırılması halidir. Yalan söyleme davranışı 3-5 yaş grubu çocuklar için normal kabul edilebilir. Çünkü, 3-5 yaş grubu çocuklar gerçek ile gerçek olmayanı tam ayırt edemezler, hayal dünyaları çok geniştir. Yani, olumsuz gibi gördüğümüz bazı davranışlar çocukların gelişim evrelerinin birer parçası olabilirler. Çocuklar başlarına gelmeyen bir olayı kurgulayıp anlatabilir, hatta gerçekte sahip olmadığı hayali bir arkadaş edinebilirler. Çünkü hayal dünyasını oyunla zenginleştirmiştir. Ancak, 5 yaş sonrasında çocuğun sıklıkla yalan söylediği gözlemleniyorsa, bunu sorun olarak görmeye başlayabiliriz.

Peki, “yalan söyleme” davranış problemine dönüşmüş ise kök nedenleri ne olabilir?

Çocuk korktuğu için yalan söyleyebilir, çünkü korku yalanı doğurur. Çocuk doğruyu söylediğinde bir kaç kez cezalandırıldıysa, benzer konulardan kaçınmak için yalan söyleyebilir.

Bir diğer neden ise, yalanın öğrenilmiş bir davranış olması durumudur. Ebeveynlerin birbirlerine yalan söylediğini gören çocuk bu davranışı öğrenir. Örneğin; annenin komşusuna, babanın patronuna yalan söylediğini gözlemleyen çocuk bunu içselleştirip kendi yaşantısında bir davranış olarak sergileyebilir.

Yalan söyleme davranışının en önemli kök nedeni ise; özgüven eksikliğidir. Çevrelerindeki insanlardan bekledikleri takdiri göremeyen, kendilerini hep olumsuz bir bakış açısıyla değerlendiren çocuklar özgüven eksikliği yaşarlar. Dikkat çekmek için hiç yaşamadıkları bir hayatı tasvir edebilir, olduklarından farklı görünerek takdir göreceklerine inanabilirler. Bu durum onları mevcut yaşantılarından uzaklaştırır. Bazı çocuklar ise, bilinçli olarak söyledikleri yalanlarla toplumda fark edilmeyi amaçlar.

Yalan söylemeyi alışkanlık haline getiren çocukların öncelikle neden yalan söylediği tespit edilmeli ve uygun çözümlerle hareket edilmelidir.
Yukarıda sözü edilen kök nedenler sonucu oluşan yalan söyleme davranışı, problem bir davranış haline dönüşmüş olarak kabul edilir. Çocuğun yakın çevresinin yanlış bir tutum sergilemesi yalan söyleme davranışını pekiştirebilir.

Yaş özelliğinden kaynaklanan hayali bir oyun oynama durumu var ise, çocuğu hayal dünyasına sürükleyici sorular sormadan sadece dinlemekte yarar vardır. Aynı zamanda çocuğa, yalan söylediğini anladığınızı fark ettirerek bu davranışının sizi hayal kırıklığına uğrattığını söyleyebilirsiniz. Onun sözlerine inanmak istediğinizi dile getirirseniz, sizi incitmemek için davranışını tekrarlamaktan vazgeçebilir. Aşırı tepkiler vererek çocuğu ‘yalancı’ kelimesiyle etiketlemekten kaçının. Yalan söylemeye itecek korku veren baskı yada şiddete başvurmayın. Yukarıda da belirttiğim gibi, korku çocuğun yalan söylemesine neden olabilir. Çocuklar ailelerinin ve yakın çevresinin aynasıdır, olumlu örnek olmaya özen gösterilmesi gerekir. Hatasından utanmaması için ona özgüven aşılayıcı konuşmalar yapabilir ve yaşına uygun sorumluluklar verebilirsiniz. Bir işi başardığı duygusu çocuğun özgüvenini arttırır. Her fırsatta ona güvendiğinizi ve ne olursa olsun sevdiğinizi dile getirmeyi lütfen ihmal etmeyin.

Contact

İLETİŞİM

Çocuğunuzun Gelişim Değerlendirmesini Yaptırmak İçin İletişime Geçin

0 (536) 404 84 22

Contact
Mesaj Yaz
Nasıl Yardımcı Olabilirim?